Kanayan Yaralar ve Tekrar Eden İhanetler

Hayat yolculuğunda öyle derin yaralar alırız ki, zamanla üzerleri kabuk bağlasa da içten içe sızlamaya devam ederler.
Tıpkı şimdi olduğu gibi, o kabuk bağlayan yaraların anısı sizi yeniden yalnızlığa itiyor.
Oysa en çok da kendimize hayıflanırız, “nasıl oldu da izin verdim?” diye.
Bizi incitenlere, yaramızı kanatanlara nasıl oldu da yeniden kapımızı açtık?

Bu belki de insan olmanın en büyük çelişkilerinden biri.

Affetmek mi denmeli buna, yoksa unutmak mı? Ya da sadece umut etmek mi?

İhanet, ruhumuzda açtığı derin çukurlarla iz bırakır.
Bir kez ihanete uğrayan bilir ki, o güven hissi kolay kolay geri gelmez.
Peki ya, “ihanet edenler bir daha yine eder” sözü?
Bu, acı bir tecrübeyle sabitlenmiş bir gerçektir aslında.
Bazen görmezden geliriz, bazen değişime inanmak isteriz.
“Bu sefer farklı olacak” diye fısıldarız kendimize, oysa değişen sadece bizim kırılgan umutlarımız olur.

Belki de insanız işte.
Sevmekten, güvenmekten, bağlanmaktan vazgeçemeyen varlıklarız.
Yaralarımız kanasa da, kalbimiz sızlasa da, bir şekilde yeniden ayağa kalkmaya çalışırız.
Ama her seferinde de öğreniriz, aslında en büyük koruyucumuzun yine kendimiz olduğunu.
Kendi sınırımızı çizmek, kendi değerimizi bilmek ve evet, bize zarar verenlere bir daha izin vermemek…

İşte bu, kabuk bağlamış yaralarımızı tekrar kanatmamak için atılacak en önemli adım.

Unutmadık aslında, sadece hatırlamayı erteledik belki.
Her kanayan yara, bize kendi gücümüzü, kendi dayanıklılığımızı hatırlatır.
Ve belki de en önemlisi, kime nasıl bir alan açtığımızı yeniden gözden geçirmemizi sağlar.
Çünkü bazen en büyük ihanet, kendimize yaptığımızdır; bizi yaralayanlara tekrar kapılarımızı açtığımızda.

Bu derin hislerinizi ifade etmek, iyileşmenin önemli bir adımı. Peki bu düşünceler sizi şimdi nereye götürüyor?